Uncategorized

Hayat Felsefesi yahud Yaşamak Sanatı

muslim-man-praying

Şahsiyeti ve yaşamı ile insanlara örnek olmuş, ender münevver Kadir Mısıroğlu tarafından kaleme alınan Hayat Felsefesi yahud Yaşamak Sanatı  yeni nesillere hikmet dolu bir kılavuz niteliğinde.

”Seviyeli bir ömür geçirmek için düşünce ve davranışta mükemmelliğe doğru bir yolculuk şarttır.”  – Kadir Mısıroğlu

Kitaptan derlediğim faydalı alıntıları okuyucularımla paylaşıyorum:

Mürebbi İhtiyacı

İnsanın herşeyden önce kendini tanıması, anlaması ve fıtri temayüllerine uygun bir hayat sürmesi hem dünya ve hemde ahireti için elzemdir. Bu tanıma yolculuğunda evvela lazım gelen yol gösterici ve terbiye edici (mürebbi) şahsiyetlerle hemhal olmaktır. Gençlik zamanı hayatı yönlendirmekte en ehemmiyetli safhadır.

”Herkes ilim sahibi olup da enbiya tarihini ve semavi kitapların muhtevasını – layıkıyla- öğrenemeyeceğinden bütün insanlar, kendilerine yakın ve mensup oldukları cemiyet içinde olgun bir davranış manzumesi sergileyen ve zengin bir fikri hayatı olan kimselerin irşadına muhtaçtır.”

”Kendi kendine -Hazreti İbrahim- gibi eşya ve hadisatın tahlili suretiyle hidayete ermek nadir fıtratlara mahsustur. Sair insanlar mutlaka harici bir himmet ve alaka ile doğru yolu tutarlar.

Gıda ve Tabiat bahsi

Helal ve temiz gıdalar ile beslenmek fıtrat üzerinde müsbet tesirlere imkan sunduğundan, ve müsbet fıtri temayüller insanı kamil kıldığından gıda bahsi insan hayatının en ehemmiyetli mevzularındandır.

Tabiatla meşgul olmaksa insanı Allah’a daha fazla yönelmeye ve tefekküre ve şükre ihdas etmesi bakımından yine elzemdir.

”Tabiatla haşır neşir olmak fıtri bir ihtiyaçtır. Zira tabiat kudret-i ilahiyyenin nakışlarıyla doludur. Onu müdekkik bir nazarla incelemek insanoğluna ‘tahkiki iman’a yükselme şansı verir. Diğer taraftan tabiatla haşır neşir olan insanların hayatta daha cesur oldukları da bir vakıadır. Bunlar, irade ile hissiyatlarının serbest şekillenmesi imkanına kavuşurlar.”

İlim İhtiyacı – Marifetullah

Bilgi sahibi olmak cehaleti azaltması bakımından seviyeli bir hayat için en evvel lazımelerden biridir. Bilginin en değerlisiyse (faziletlisi veya efdali) marifetullah yani insanın yaratıcısını tanımasıdır.

”O, tanınmadıkça Kainat’ın doğru ve mükemmel bir surette kavranmasına imkan yoktur.”

Verimli bir hayat için…

Yapılan işlerde randıman alabilmek için yapılması gerekli lazıme;

”İnsan hayatının karşı karşıya bulunduğu birtakım güçlükleri bertaraf ederek onu daha müreffeh ve huzurlu kılmak maksadıyla gerek insanın ruh ve bedeni ve gerekse Kainatı dolduran varlıklar üzerinde çalışan tabiat alimlerinin vakıf olabildikleri bütün gerçekler yaratıcının kudret ve azametini kavramaya vesile ve vasıta olmadıkça merdud, yani boşuna bir gayrettir.

Marifetullaha ilaveten yüklenilen vazifeye göre kifayet miktarınca ilahiyat, edebiyat ve tarih bilmesi de bir genç için elzemdir.

Din – neyin dava edileceğini doğru bir şekilde tayin edebilmek,

Tarih – dava edilenin haklı ve mukni esbab-ı mucibelerle teyidi ve izahını sağlayabilmek,

Edebiyat – bunları güzel ve müessir bir şekilde ortaya koyabilmek şansını verdiğinden bu ilimler vasıflı bir hayat geçirmek isteyen gençlere damarlarındaki kan derecesinde elzemdir.

Akıl ve His Muvazenesi

”Hayal ve his ile akıl ve irade arasında sağlam bir denge kurmak ve bunların her birinin ön plana geçireleceği sahayı doğru tayin etmek, hayattaki başarıya fevkalede müessirdir.

Bazı işler hayal ve hislere müstağrak bulunmayı gerektirir. Aile hayatı gibi… Bazı işlerse hayal ve hissi ikinci plana atarak aklın hakimiyeti altında icra edilmelidir. Ticari faaliyetler gibi.. Ticarette hissi akla galip gelen iflas eder. Aile hayatında ise aklı, hisse galip olarak kullananlar kuru bir beraberlikten öteye gidebilmek şansını kaybederler.”

Tefekkür (akıl) ve tahassüs (his) arasında sağlıklı bir denge kurulması şarttır.

”Bunu sağlamak – çoğu kere – insanın kendi mizacı ve fıtrati hususiyetlerine karşı çetin bir mücadele vermesini gerektirdiğinden, son derece güçtür. Fakat, elde edilecek neticenin başarı üzerindeki müessiriyeti hesaba katılırsa, bu uğurda her güçlüğü göğüslemenin lüzum ve ehemmiyeti kolayca anlaşılabilir.”

Sırf akla veya sırf hisse tabi olanların beşeri ve içtimai planda hatırı sayılır bir eser ortaya koydukları görülmemiştir.

Ameli Tavsiye: Sadece ilim ve fikirle meşgul olmak bir insandaki nazari temayülleri kuvvetlendireceğinden bu faaliyetlere devam ederken, bir taraftan da ameli ve pratik meşgaleler aramak lazımdır.

Prensip sahibi olmak hakkında…

Sürprizler karşısında tereddütlü kalmak bazen tamiri zor olan menfi neticelere yol açar. Bu bakımdan hayatın anlık getirdiği olaylara karşı hazırlıklı olmak akıllıcadır.

Bu gibi durumlarda evvelden verilmiş bir takım prensip kararlarına sahip olmak; hem şahsiyetli olmanın bir icabı ve hem de muhtemel bir çok handikaplardan kurtulmanın müessir bir çaresidir.

Örnek birkaç davranış kaidesi;

Karar veriniz ki, muhatabınızın hatası küçük dahi olsa onun kaynağı bir karakter zaafı ise, onu hoş görmeyeceksiniz.

Karar veriniz ki, ahmaklığı tezahür eden insanlarla dostluk kurup mütemadi bir münasebette bulunmayacağım. Zira ahmaklar iyi niyetlerine rağmen sizi öyle bir müşkil vaziyete sokarlar ki, niyetlerinin halisiyeti sebebiyle onlardan gelecek zarara katlanmak mecburiyetinde kalırsınız.

Karar veriniz ki, kin gütmeyeceğim. Zira kin, insan ruhunun bütün müsbet temayüllerine kezzab gibi tahrib edici bir tesir ika eder.

Dedikodu ve iftirayla meşgul olmamayı bir prensib olarak benimsemelidir. Zira gök kubbe altında hiçbir vasıflı insan yoktur ki, onun aleyhinde doğru veya yanlış birçok şey konuşulmuş olmasın.

 

Bir kimsenin hüsn-i niyet sahibi olması kafi değildir. Hüsn-i niyet karakter sağlamlığı ve irade kuvvetinin eseri olan mükemmel bir davranışla neticelenmediği takdirde hiçbir işe yaramaz.  – Kadir Mısıroğlu

 

Üç Tanıma

Azami randımanlı bir hayat sürmek için üç tanıma şarttır;

  1. Kendini,
  2. İçinde yaşanılan zaman ve zemini,
  3. Umumi kaderi ve şahsi kaderimizi tanımak.

İnsan şahsiyeti, çeşitli esma tecellileri ile vukua geldiğinden hangi esma galiben tecelli etmişse mizaca, karaktere ve hakim temayülata vücud vermekte asıl rolü o oynar.

Muhabette ayniyet veya zıddıyet kaidesi kaimdir. Bir kişi ilk anda hisleriyle (akıl işe karışmadan) muhatabına muhabbet veya husumet besleyebilir. Muhabbet beslemesi kendisindeki keyfiyetin karşıda tezahürünü görmesi sebebiyle iken husumette tam tersi caridir. Bu kaide beşeri ilişkilerde ehemmiyet arz etmektedir. Cesur insan cesuru sevdiği gibi korkaktan haz etmeyecektir.

Beşeri hayatı azami bir surette randımanlı kılmak isteyen bir genç adam, içinde yaşadığı cemiyeti, ona hükmeden zamanı ve bu zamanın lehte ve aleyhteki hususiyetlerini çok iyi bilmeye mecburdur.

İlim, irade, tecessüs ve tahassüs… Bu meziyetlerle mücehhez olmayanların, hayatı ve ona hükmeden zamanın hiç olmazsa akış istikametini kavramaya muktedir olamayacakları aşikardır.

Umumi ve Şahsi Kader

Kaderin meçhul olması sonsuz ilim sahibi Allah (c.c.) tarafından planlanmış bir mefhum olması itibariyle, insanın yapması gerekli olan derin bir sezişle kader bahsini tanımak ve kavramaktır.

Kader mutlak ve mukayyet olmak üzere ikiye ayrılır. Mutlak kader, bizzat Cenab-ı Hakk’ın tâyin ve takdir ettiği husûsken, mukayyed kader mahlukun iradesine ta’lik edilmiş olandır.

Bir genç insanın kendi kaderine aid bir bilgi sahibi olabilmesi için ilahi takdir ile tabi kılındığı şartlar itibariyle yaşadığı hayatı tahlil etmesini öğrenmelidir.

Her insanın karakteri onun kaderinin şifresidir. – Kadir Mısıroğlu

İnsan, hayatta başına gelen olayların kahır mı lütuf mu galebesinde olduğuna bakarak kaderinin istikametini kavrayabilir.

Üç Seçim

Hayatın doğru yönlendirilmesinde üç seçimin dirayet ve isabetle yapılması elzemdir. Bunlar;

  1. Meslek seçimi
  2. Eş yani aile seçimi
  3. Dost seçimidir.

Hayat, hemen daima birtakım takdim ve tehirlerle idame olunur. Hiçbir oluş alternatifsiz olmadığından her tercih aynı zamanda bir seçim manasını tazammun eder.

Meslek seçimi insanın kendi fıtri temayüllerine uygun olarak yapılmalıdır. Hayatımızın büyük bölümünü mesleğimizi icra ederken geçirdiğimiz muvakkat ise, fıtri temayülleriyle örtüşecek bir meslek insanın hayat saadeti için şarttır.

Fıtri temayüllerine uygun meslek tutanlar işlerini severler. Sevgi yani muhabbet ise meşakkatleri göğüslemeyi kolaylaştırır. Yani zahmetleri rahmete inkılab ettirir.

… Çocukluktan itibaren aile çevresinden başlayarak içtimai şartlandırmalarla meslek seçme başarısızlığın temel sebebidir.

Gençlerimizin evveliyetle iştigal etmek mevkiinde bulundukları meslekler sosyal ve siyasi meslekler olmalıdır. – Kadir Mısıroğlu

Eş seçimindeki düstur;

Zahirde emredilmiş olan şartlara riayet ettikten sonra istişare ve istihare ile hareket etmeli ve ondan sonra da Allah’a niyaz ve tevekkül ile teveccüh etmelidir. Buna rağmen isabetsizlik vaki olursa, tahammülü imkansız bazı ahvâl dışında ortaya çıkabilecek her maniye katlanarak bunun bir ”imtihan sebebi” olduğu düşünülmeli ve basit basit sebeblerle boşanma yoluna gitmemelidir. Zira Allah’ın en hazmetmediği helal, talak yani boşanmadır.

Dost seçiminde muhabbet ayniyeti esastır. İnsanlar kendilerine benzeyenleri severler ve zıddıyetleri miktarınca kalpte husumet hasıl olur.

Hakikaten hemen herkesin hayatında vaki olmuş bir gerçektir ki, bazen ilk defa karşılaşılan bir kimseye kalbde aklen izahı imkansız bir muhabbet husule gelir. Bu, şahsiyetlerin özü itibarıyla aynıyyetlerinden zuhur eder. Kesişen iki daireyi düşününüz. Müştereklik ne kadar çoksa muhabbet de o kadar şiddetli vaki olmaktadır.

Terbiye fıtrattaki menfi temayüllerin müesseriyetini izale etmekten ziyade azaltmaktır. – Kadir Mısıroğlu

İnsan hayatını alçaltmakta da, yükseltmekte de en müessir amil hislerin doğru kullanılmasıdır. Layık olana muhabbet, müstehak olana husumet. Bunlardaki şiddet nisbetinde hayatı yükseltip ulvileştirirken, nalayıka muhabbet, gayr-i müstehakka husumet de bunlardaki şiddet kadar hayatın alçalıp, süflileşmesine sebeb olur.

İnsanoğlu sevdiğinin haliyle hallenir. – Kadir Mısıroğlu

Vahiyle terbiye edilmiş akıl ve iradeyi kullanmak doğru arkadaş seçimi için ilk basamaktır.

Üç Koruma ve Kullanma

Hayatı verimli kılan üç koruma; sağlık, zaman ve parayı verimli kullanmak.

Sağlık Bahsi

Sağlık hayatın verimli kılınmasında olmazsa olmazların en başıdır. Az yemek, helal-haram noktasında gıdaya dikkat etmek ve sıhhatli elbiseler giymek sağlığın korunmasında öne çıkan şartlardır.

Öfke insan vücudunu tahribata uğratan en sinsi faktörlerden biri olması sebebiyle öfkelenmeyi asgariye indirmek elzemdir.

Gerçekten hayat ve hadisatı iman perspektifinden tahlil alışkanlığı kazanmış bulunanlar hiçbir zaman stres yaşamazlar. Bunda dolayı da ruh sağlıkları bozulmaz. Bunu da Peygamber’in (a.s) şu mübarek sözüyle mühürleyip tamamlayalım;

”Kadere iman eden, kederden emin olur”.

Zaman bahsi

Zamanın bereketli ve bereketsiz olması keyfiyeti de – belli ölçüde- izafidir. Onu bize bereketli telakki ettiren keyfiyet, bela ve musibetlerdir.

Zamanı doğru kullanmak nasıl olmalıdır?

İşte meselenin en hayati noktası burasıdır. Diyebiliriz ki, ilk yapılacak iş ”niyet tashihi”dir. Bu, hayatın umumi ve nihai gayesinin ilahi rızayı kazanmak olarak tayin ve tesbitiyle kamil bir surette sağlanabilir.

İkinci olarak tashih-i amel gelir. Bu da bütün fiil ve faaliyetleri bu gayenin emrine vermeyi icab ettirir. O takdirde Dünya’da hiçbir şey, bu hedefe yönelen insan için ”maksudun bizzat” (gaye) olamaz ve sadece ”vasıta” hükmünde kalır. 

İbnu’l-vakt

Her an, her insan için yapılabilecek bir çok iş vardır. Bunların o zaman için en gerekli ve lüzumlu olanını tayin ile mümkün ve muhtemel işler arasında bir takdim-te’hir dirayeti göstermek de zamanı güzel kullanmakta temel bir esastır. Böyle yapabilenler hakkında Peygamber (a.s.) ”ibnu’l-vakt” tabirini kullanmaktadır ki, bu her işi yapmanın zamanlamasındaki dirayeti gösterenleri ifade etmektedir.

Para bahsi

Mali imkanlara da diğer bir çok ilahi mevhibeler gibi Allah’ın lütuf, kerem ve takdiriyle sahip olunduğu halde bu gerçek mali imkanların nefse sağladığı tatminkarlık sebebiyle kısa zamanda zail olup herkes elde ettiği mal ve mülkün kendi zeka, dirayet ve çalışkanlığının eseri sanır.

Mali imkanların da diğer ilahi mevhibeler gibi hiç şüphesiz doğurduğu bir borç vardır. Zira her nimet adeta iki ağızlı bir bıçak gibidir. Bir yüzü nimet, diğer yüzü ise külfettir. Nimet olan vechesi ondan Dünya planında sağlanan faydadır. Külfeti ise, her nimetin hakkını verme mesuliyetidir.

Hayatın temini için gerekli mali imkanlara kavuşmada ve sarfetmede dikkat edilmesi gerekli hususlar;

1.İsraf ve cimrilik merduddur. Orta yolun bulunması ve hatırda tutulması şarttır. (Borçlanma illetinden uzak durmak gereklidir.)

2.Mali imkanlara erişimdeki faaliyetlerin meşruluğuna dikkat etmek elzemdir.

3.Nefis kontrolü.

 

Zenginlik, tevazua halel getirmemek, meşru vasıtalarla sağlanmış olmak ve hayra sarfetmek şartıyla makbul; aksi halde merduddur. – Kadir Mısıroğlu

 

Hayatı güzel kılan üç fıtri temayül

İyimser olmak

Hayat ve hadiselere iman perspektifinden bakıldığı takdirde vukuatın hikmetine nazar edilir ve bu suretle ”adetullah” denilen ilahi kanunların icabı kavranırsa, insanoğlu içinde yaşadığı buhranların her varlık gibi faniliği, yani gelip geçiciliği ile teselli bulabilir.Adetullahtaki hikmeti kavramak sayesinde iyimserliğini muhafaza edebilir.

Muhatabınızın -eğer varsa- hatalarını söylerken iyimserlik dengesi kurmak önemlidir. Sadece hatalarını söyleyerek olumsuz tavır almak yerine, doğruların tenkidini de yapmak suretiyle bir denge gözetmek akıllıcadır.

 

Diğergam ve cömert olmak

Diğergamlık egoist olmanın zıttı olarak zikredilebilir. Sadece bireyin kendi menfaatini düşündüğü sistem kısır bir döngüdür ve cimrilik ve korkaklığı tetikleyecektir. Diğer tarafta diğergam olan insan cömert ve cesurdur.

Diğergamlık ve cömertliğin anlaşılmasında ince bir çizgi vardır. İfrat tefrit dairesinde kalarak muvazeneli bir tavır bu hususta elzemdir.

Diğergamlık ve cömertlik , iyimserlikle birleşir ve belli bir hadden ileri derecede benimsenirse bunun neticesi de ekseriya hüsran ve yanılmadır.

Uğrunda fedakarlık yapılacak insanın liyakatine dikkat etmek lazımdır zira zaman, enerji ve mali israfa kapı aralaması bazen kaçınılmazdır.

 

Çalışkan olmak

Çalışkanlık bir meziyet olduğu halde çalışkan insanlar çoğu kere çalışkanlıklarına eklenen sabırsızlık ve cesaretleri sebebiyle tedbirde kifayetsiz kalırlar. Böylelerinin işlerini bir yaz-boz tahtası halinde birkaç kere değiştirerek icra ettikleri görülür.Halbuki bir hareketten önce o hareketin çapına göre bir teemmül (yani durup düşünme) ve hesap yapma zaruridir.

Terbiyede Hassas Ölçü

Edebli olmanın bir ezikliğe müncer olmaması, serbestliğin ise edebsizlik ve küstahlık hadlerine varmaması için terbiyede hassas bir ölçüyü muhafaza etmek mecburiyeti vardır.

Avrupa Krizi – George Friedman

0000000673723-1

Gölge CIA olarak bilinen George Friedman tarafından kaleme alınan Avrupa Krizi (Emerging Crisis in Europe) Avrupa’nın yarınına dününden gelerek bakıyor. Günümüz Avrupa’sını oluşturan dinamikleri tarihindeki siyasi ve sosyolojik olaylar bağlamında değerlendiriyor.

Geçmiş geride mi kaldı yoksa tarihin derinliklerindeki husumetler ve anlaşmazlıklar Avrupa’ya tekrar geri mi geliyor? Bu sorunun yanıtını arayan yazarın (Amerikan siyasi düşüncesini şekillendiren bir kişi olması sebebiyle) fikirleri oldukça ehemmiyetli.

Kitaptan bazı notlar:

Avrupa’nın evrimi

Avrupa kültürü 3 aşamalı evrimden geçmiş ve bu aşamalar;

  1. Avrupa yayılmacılığı KOLOMB ile temsil edilebilir,
  2. Avrupa aydınlanması ve bilimdeki ilerleme KOPERNIK ile temsil edilebilir,
  3. Avrupa dini zihniyetinin değişimi MARTIN LUTHER ile temsil edilebilir.

 

Avrupa kültürünün yaşadığı üç sarsıntı yani Kolomb, Kopernik ve Luther sonunda Avrupa düzenini yıktı. Avrupa’yı, sonra da insanlığı özgürleştirdi ve tek bir küresel kültür yarattı. En büyük değişim insanın evrenin merkezine yerleştirilmesiydi. Aklı hayatın merkezine koyarak bir fantezi de yaratmış oldu. İnsanlar merkezde olabilirdi ama yalnız olamazdı. Sonuçta bireyin zaferi toplumun ihtiyacıyla çelişti. Toplumun yeniden icat edilmesi ve insanın da ona katılmaya ikna edilmesi gerekiyordu. Avrupalı insan o kadar doğaya aykırı ve parçalanmış bir hale gelmişti ki ahlaki pusulası kırılmıştı. …Ve böylece çok güzel ve baştan çıkarıcı olan icat edilmiş milliyetçilikler yalnız bireyin yerini aldı.

.. Avrupa artık dünyanın tepesindeydi. 1913’te bu durumun değişebileceği kimsenin aklına gelmezdi ama değişti. Değişmeliydi. Çok fazla ülke doğmuştu. Hepsi de güzel olanı tanıyor ve bunu ahlaki davranışla karıştırıyordu. Dehşetin yolu açılmıştı.

Avrupa zihniyetini parçalayan bu üç olay Birinci İkinci Dünya savaşının patlak vermesiyle ilk zirvesini yaptı.

 

Uzun 31 Yıl (1913-1944)

Ağustos 1914’te Avrupa birdenbire mezbahaya dönüştü.1945’e gelindiğinde 100 milyon ölü, sayısız yaralı vardı ve bütün kıta savaşın yarattığı çöküşü yaşıyordu. Yıkımın boyutu da hızı da benzersizdi. Kendini insan ruhunun en yüksek mertebesine ulaşmış yer olarak gören, Aydınlanma’nın merkezi Avrupa’da böyle bir şeyin yaşanması beklenmiyordu.

Peki neden böyle oldu?

Tüm büyük trajedilerde olduğu gibi Avrupa’nın büyüklüğünden sorumlu olan erdemler, tam olarak onu yıkanlardı. Aydınlanma’nın övdüğü bağımsız ülke ilkesi ve ulusal özerklik hakkı,yabancıya karşı bir öfkeye dönüştü. .. Dünya’yı dönüştüren teknolojiler daha önce hayal bile edilemeyen öldürme sistemleri yaratmış oldu.

Karşılıklı bağımlılık güven ya da savaş yaratır

İki ülke ekonomik çıkarlar paylaştığında, her zaman birinin, diğerinin konumundan yararlanacağı ya da başka birisiyle çalışmak için mevcut ilişkiden çekileceği ya da anlaşmalara uymayacağı endişesi vardır.

Tarih tekerrürden ibarettir belkide burada tam yerini buluyor. 2017 itibariyle Avrupa Birliği içerisinde yaşanan (Brexit, göçmen dalgası, Yunanistan finansal krizi ve bazı Avrupa ülkelerinde iş başına gelen milliyetçi hükümetler) krizler Avrupa Birliği’nin tümden dağılmasını tetikleyen unsurlar olarak görülüyor.

Özellikle Almanya’nın liderliğindeki Avrupa’nın ekonomik olarak merkez dışında kalan Yunanistan, Portekiz vb. gibi ikincil ülkelere karşı siyasi söylemleri Avrupa’da işlerin aslında feodal zamanlardan çok da farklı olmadığını tekrar hatırlatıyor. Karşılıklı bağımlılık azaldıkça güven azalıyor.

 

II. Dünya Savaşı ve Almanya üzerine

Şimşeğin gök gürültüsünden önce gelmesi gibi, düşünce de eylemden önce gelir. Alman gök gürültüsü gerçek Alman özelliğidir. Çok çevik değildir, biraz yavaş ama gümbürdeyerek ilerler. Daha önce dünya tarihinde hiç duyulmamış bir gümbürtü duyduğunuzda o zaman bilin ki bir Alman yıldırımı düşmüştür.

Katedraller ve düşünürlerle dolu olan bir ülkeden çıkan Hitler Avrupa’ya tarihinin en kanlı ve utanılası günlerini yaşatıyordu.

Avrupa için asıl soru, uygar Almanların nasıl böyle bir canavarlığa kalkıştığıydı. Yanıt, Avrupa’nın büyüklüğünün, imparatorluğunun ve aydınlanmasının, canavarlığı mantıksal bir sonuç haline getirmiş olmasıdır.

İnsan ürünü olan ideolojilerin ne kadar dehşetli ve yıkıcı boyutlara ulaşabileceğinin bir temsilidir aslında Avrupa’daki savaşlar.

 

Amerikan Eli

II. Dünya savaşının sona ermesi Amerikan yardımıyla olmuştur. Savaştan tükenen Avrupa soluğu ABD ile stratejik anlaşma yaparak ancak bulabilmiştir.

Batı Avrupa’nın ekonomik durumu ABD için artık bir iyilik meselesi değil ulusal güvenlik meselesiydi. Ekonomik açıdan kırılgan bir Avrupa, toplumsal çalkantılara sahne olurdu ve komünist partilerin gücü karşısında savunmasız kalırdı. Batı aynı zamanda kapitalizmin komünizmden daha verimli olduğunu ve yurttaşlarına daha iyi bir yaşam sağladığını göstermek istiyordu.

Marshall Planı olarak bilinen ekonomik yardımlar ile ABD ve özellikle Almanya arasında ekonomik bir bağ oluşturuldu. Amerika bu şekilde kendine hazır ihraç pazarı üretmiş oldu.

Sovyet tehdidine karşı ittifak: AB ve NATO

Muhtemel bir Sovyet istilasına karşı kendini güvenceye almak isteyen Batı Avrupalı ülkeler askeri ve ekonomik bir birlik içerisinde (istemeyerek de olsalar ) olmak zorundaydılar. Avrupa Birliği ve NATO’nun temelleri bu tehdide karşı bir hamle olarak atılmıştır.

Birlik, Avrupa tarihinde yeni bir olguydu.

Geçmişin milliyetçi çıkarlarını, milliyetçiliği ve Avrupacılığı dengeleyen yeni bir çerçevede birleştiriyor, ulusal çıkar ilkesini terk etmeden bütünleşmeyi yürüten bütün güçlere sesleniyordu…

Avrupa’nın ortak kaderi artık barış ve refah olmalıydı. Böylece ulasal kimlik ve milliyetçilik gibi zor sorular ortaya çıkmayacaktı.

Ukrayna ve Gürcistan Krizleri

Önce Gürcistan ardından da Ukrayna’da yaşanan (ve halen devam eden) krizler aslında Avrupa ve Rusya arasında tarihten gelen güvensizliğin 2000’li yıllar versiyonuydu. Rusya iki kere dağılmış, ağır siyasi ve ekonomik badireler atlatmıştı ancak emperyalist fikirlerine geri dönüyordu. Avrupa ise aslında Rusya uydusu olan bu ülkelere ekonomik nüfuz etmeye çalışıyordu. Rusya bölgenin lideri olduğunu ispatlarcasına Gürcistan’ı amansız bombaladı ve Kırım’ı kaşla göz arasında ilhak etti.

2008 Ekonomik kriziyle de Almanya-Fransa-İngiltere ve diğerleri gibi (merkez-ikincil ülkeler) ayrışması bu kezde iktisadi olarak belirginleşen Avrupa oldukça yorgun düştü.

Sıcak Bölgeler

Avrupa’da siyasi kriz derinleştikçe kıtanın bazı bölgeleri (jeopolitik ve sosyolojik gerçekleri göz önüne alındığında) patlamaya hazır alanlar halini alıyor. Bu sıcak bölgelerden bazıları Balkanlar, Fransa/İngiltere/Almanya hattı, Rusya-Litvanya/Estonya/Letonya sınırı olarak öne çıkıyor.

Tekrar Almanya

Jeopolitik konumları (Rusya , İngiltere ve Fransa) arasında sıkışmış olmaları Almanların iliklerine kadar işlemiş bir mefhumdur. Bu realitenin karşısında sürekli olarak tetikte, disiplinli olmaya yabancı değillerdir.

Yeni bir Avrupa’ya liderlik yapmak istemiyorlar. Bu rolden kaçamamaktan korkuyorlar. Avrupa’nın geri kalanı Almanya’nın genel korkularının ve alçak gönüllülüğünün sahte olduğundan, sonuçta eski Almanya’nın asla ölmediğinden ve sadece uykuda olduğundan şüpheleniyor.

Almanların niyeti, siyasi olmayan ve kesinlikle askeri sonuçları bulunmayan bir ekonomik politika yürütmek. İradelerini kimseye dayatmadan Avrupa’nın baskın gücü olmayı amaçlıyorlar. Niyetleri ulusal gücün sadece tek bir öğesini, ekonomik olanını kullanmak ve bunu da vahşice kendi çıkarının peşinde koşmadan yapmak.

 

Yunanistan Krizi’nin getirdikleri

Alman karşıtı ve tasarruf karşıtı duygular yükselişe geçtiğinde yaşamsal çıkarları, yatırımları, piyasaları ve diğer etmenleriyle birlikte Almanya hedef haline gelecek ve çıkarına yönelik saldırılar artacak.

Almanya’nın seçeneği cezayı kabullenmek olacak ya da muazzam kaynaklarını kullanarak zenginliğini güce dönüştürecek. Ülkeler öyle olmasını istedikleri için değil, bunu yapmak zorunda oldukları için güçlenirler.

Türkiye

Tamamen düz bir çizgide değil ama çevresindeki ülkelerin çoğu zayıflarken ya da çatışırken o güçleniyor. .. Türkiye yükseliyor ve zaman içinde bu güç, Avrupa’yı hem Kafkasyada hem de Balkanlarda tüm Türklerden ve diğer Müslüman göçmenlerden çok daha fazla etkileyecek.

Geleceğe dair

Avrupa Birliğinin farklı bölümlerinin koşullarındaki ve kaygılarındaki çarpıcı farklılıklar, parçalandığı çizgileri simgeliyor. Her bölge gerçekliği farklı şekilde deneyimliyor ve farklılıklar bağdaştırılamaz… Dört Avrupa var ve bu dördü daha da parçalanıyor, onları oluşturan ulus-devletlere dönüyor ve aşmak istedikleri tarihe gidiyor.

Sonuçta Avrupa’nın sorunu Aydınlanma Çağı’ndan beri aynı kalmaya devam ediyor: Faust ruhu. Avrupa, ruhunu satmak pahasına da olsa her şeye sahip olmayı arzuluyor. Bugün arzuları hiçbir şey pahasına her şeye sahip olmak. Kalıcı barış ve refah istiyorlar. Ulusal egemenliklerini korumak istiyorlar ama bu egemen devletlerin, egemenliklerini her yönüyle kullanmalarını da tercih etmiyorlar. tek bir halk olma eğilimindeler ama birbirlerinin kaderini paylaşmak istemiyorlar.Zafer kazanmak istiyorlar ama risk almak istemiyorlar.

Hiçbir şey bitmedi. İnsanlık tarihinin başından beri olan hiçbir şey bitmez…

Riya ve Ucub

Riya ve Ucub İslam’da taat ve ibadetin sağlığı açısından geniş yer verilmiş önemli iki kavramı oluşturuyor. İmam Gazali’nin kaleme aldığı Abidler Yolu adlı eserde de uzun uzadıya anlatılıyor. Muaz bin Cebel’den rivayet olunan hadis meselenin önemini vurgulayan nitelikte.

 

Bir gün bir kişi sahabeden Muaz’a dediki; Ya Muaz, bana, Hz. Peygamber (SAV)’in öyle bir hadisini anlat ki onun dehşetinden korkup her zaman hatırlıyayım ve daima düşünüp gereğini yapmaktan uzak kalmıyayım. Muaz bu sözü işitince bir ah çekti ve ya Resulallah deyip ağlamaya başladı. Ondan sonra dedi ki:

Bir gün Hz. Peygamber (SAV) bir bineğe binmiş ve beni de arkasına almıştı. Biraz yürüdükten sonra mübarek başını göğe kaldırdı ve buyurdu ki: Hamd olsun!

O Allah’a ki kulları hakkında gereği gibi hükmeder. Ondan sonra bana döndü ve: ‘ya Muaz’ dedi. Ben de: ‘buyur ya Resulallah’ dedim. Sana bir hadis öğreteceğim. Eğer ezberler ve hafızanda saklarsan çok faydasını görürsün. Eğer unutursan Allah’tan uzaklaşmana sebep olur dedi ve devam etti: Ya Muaz, Cenab-ı Hak bu yedi kat göğü yaratmadan evvel yedi melek yarattı. Bunlardan her birini birer gök kapısına bekçi yapıp vazifelendirdi. Her kulun amelini alıp saklamakla görevli melek o kulun amelini alıp göklere çıkarır güneş gibi parlak olan bu amelin saklayıcısı, onu överek bekçi meleğe teslim etmek ister. Bekçi melek ona: ‘Al,bu ameli götür sahibinin yüzüne vur. Çünkü o, halkı gıybet eder, arkadan çekiştirirdi. Cenab-ı Hak bana gıybet edenlerin amellerini bu kapıdan geçirmememi emir buyurdu’ der ve ameli almaz.

Sonra diğer bir kişinin amelini almak ve saklamakla görevli melek ikinci göğe çıkar. Şimşek gibi parlayan bu ameli büyüterek, överek gök bekçisine vermek ister. Bu melek de ona: ‘bu ameli götür, sahibinin yüzüne çarp. Çünkü o bu ameli Allahın rızasını almak için değil dünyalık elde etmek gayesiyle işledi. Allah bana, kendi rızası için işlenmeyen amelleri bu kapıdan geçirmememi emir buyurdu’ der ve almaz. Bu konuşmayı işiten bütün melekler, o amelin sahibine lanet ederler.

Bundan sonra diğer bir kişinin amelini alıp üçüncü göğe çıkan melek, oruç, namaz, sadaka ve iyiliklerle dolu olan bu ameli överek bekçi meleğe vermek ister. Bekçi melek, getirene: ‘Bu ameli al, götür sahibinin yüzüne vur. Çünkü bu adam kibirli ve halka karşı çok mağrurdur. Cenab-ı Hak bana, kibirli kişilerin amellerini bu kapıdan geçirmememi emir buyurdu’, der ve almaz.

Bundan sonra diğer bir kişinin namaz, oruç, hac, zekat, tesbih ve tehlilden ibadetini inci bir yıldız gibi parlayan amelini överek ve büyüterek gök bekçisi meleğe teslim etmek isterler. Bekçi melek onlara: ‘götürün bu ameli sahibinin yüzüne vurun. Çünkü o, bu ameli işlerken hep ona ucub karıştırdı. Cenab-ı Hak bana, taat ve ibadetlerine ücüb karıştıranların amelini bu kapıdan geçirmememi emir buyurdu’ der ve almaz geri gönderir.

Bu şekilde yedinci göğe kadar götürülen ameller Cenab-ı Hak tarafından hep reddedilir, ta ki;

Koruyucu melekler başka bir kişinin oruç, namaz, sadaka ve diğer bir çok iyiliklerden ibaret amelini alır yedinci kat göğe çıkarırlar. Bu göğün melekleri bu ameli kabul eder ve alır. Allahın huzuruna götürürler. Bu kişinin, bu ameli Allah için işlediğine ve salih bir amel olduğuna şahitlik ederler. O zaman Cenab-ı Hak bu meleklere şöyle buyuruyor:

– Ey kullarımın amellerini almak ve korumakla görevli melekler, siz kullarımın yalnız görünürdeki amellerine bakar hüküm verirsiniz. Ben ise onların içlerini derinden bilirim. Bu kulum amellerini benim için işlemedi, başkalarını memnun etmek ve kendini onlara iyi göstermek niyetiyle işledi. Ben de onu lanetledim. Çünkü bu ameliyle yerde ve gökteki herkesi, sizleri ve halkı aldattı. Amellerini halis ve temiz kalple yaptığına sizleri inandırdı. Fakat o, beni aldatamadı. Zira ben gaybı bilir, kalbin gizliliklerine vakıfım. Benim bildiklerimi hiç kimse bilemez. Uzak, yakın; geçmiş, gelecek ve şimdiki zaman benim için eşittir.

Bunu işiten yakın ve üç bin kadar diğer melekler: ‘Ey Rabbimiz! Senin ve bizlerin la’neti bu murai kişinin üzerine olsun’. Ondan sonra da bütün gök ehli hep birlikte ‘Allahın laneti ve bütün lanet edenlerin laneti bu adamın üzerine olsun’ diye seslendiler.

Hz. Peygamber (SAV)’den bunları dinleyen Muaz, üzüntü içinde ya Resulallah, acaba bu felaketten kurtulmanın çaresi nedir diye sorar. Hz Peygamber şu cevabı verir:

“Peygambere uy ve onun sünnetiyle amel et.”

Muaz, tekrar sorar: ‘Ya Resulallah, sen Peygambersin ben Muazım, senin için kurtuluş var. Fakat benim için bu kurtuluş mümkün olabilir mi?’ Hz Peygamber (SAV) şu cevabı verir: ‘Ya Muaz gerçek söylüyorsun, kurtuluş yolu zordur. Fakat Allahın yasak ettiği şeylerden sakınan ve riyakar olmayanların kusurlu amellerindeki kusurarını Cenab-ı Hakkın bağışlayacağına inanıp şu esaslara göre hareket eden kişi için kurtuluş imkanı kolaylaşır; o halde ey Muaz’:

– Dilini gıybet yapmaktan kes. Özellikle Kuran ehli ve Kuran’ın hükümlerine göre amel edenler aleyhine konuşmaktan kesinlikle sakın.

– Başkalarının kusurlarını arayıp bulmaktan çekin. Kendi kusurlarını bulup düzeltmeye çalış.

– Etrafındaki insanları kötülemekten ve kendini övmekten sakın.

– Etrafındaki insanları küçültmek yoluyla kendini yükseltme.

– Amellere riya karıştırıp onların sevabını yok etme.

– Ahiretini unutacak kadar dört elle dünyaya sarılma.

– Arkadaş topluluğu içinde kimseyle gizli söyleşme.

– Halk arasında kibirli, gururlu davranma ki, dünya ve ahiretin iyilikleri senin üzerinden kalkmasın.

– Topluluklarda fena sözler söyleme ki, halk senin kötü huyundan çekinip senden uzaklaşmasın.

Bundan sonra Muaz: ‘Ya Rasulallah, bütün bu saydıklarınızı yapmaya kimin gücü yeter?’ diye sorunca, Hz. Peygamber (SAV) şu cevabı verir:

Ya Muaz, bu çok güç gibi görünen işler Allahın yardımı ulaştıktan sonra gayet kolay yapılır. Yeter ki sen, şu esasa dikkat ederek hareket et: “Kendi nefsin için ne istersen başkaları için de onu iste. Kendine yapılmamasını istediğini başkalarına yapma ve yapılmasını isteme.”

 

FRANKLIN’S WAY TO WEALTH – Part 1

Benjamin-Franklin-9301234-2-402

One of the founding fathers of USA, Benjamin Franklin has been a man of principles and worldly wisdom. I have filtered some of the wise passages from his book Franklin’s Way to Wealth or ‘Poor Richard Improved’. (Book can be downloaded freely in various formats from Project Gutenberg’s website.)

Although every single sentence in the book is refined wisdom itself, here are my picks. Each verse is golden, keep them in safe.

Value of Time

“It would be thought a hard government that should tax its people one-tenth part of their time to be employed in its service: but idleness taxes many of us much more; sloth, by bringing on diseases, absolutely shortens life.”

“Sloth, like rust, consumes faster than labour wears, while the used key is always bright. How much more than is necessary do we spend in sleep! forgetting that, the sleeping fox catches no poultry, and that there will be sleeping enough in the grave.”

“Sloth makes all things difficult, but industry all easy; and he that rises late, must trot all day, and shall scarce overtake his business at night; while laziness travels so slowly, that poverty soon overtakes him. Drive thy business, let not that drive thee; and early to bed, and early to rise, makes a man healthy, wealthy, and wise.”

Being Productive

“Industry need not wish, and he that lives upon hope will die fasting. There are no gains without pains.”

“He that hath a trade, hath an estate; and he that hath a calling, hath an office of profit and honour. But then the trade must be worked at, and the calling well followed, or neither estate nor the office will enable us to pay our taxes.”

“Diligence is the mother of good luck, and God gives all things to industry. Then plow deep, while sluggards sleep, and you shall have corn to sell and to keep.”

“If you were a servant, would you not be ashamed that a good master should catch you idle? Be ashamed to catch yourself idle, when there is so much to be done for yourself, your family, your country and your king.”

Leisure in Life

“Methinks I hear some of you say, “Must a man afford himself no leisure?” I will tell thee, my friend, what Poor Richard says, “Employ thy time well, if thou meanest to gain leisure; and, since thou art not sure of a minute, throw not away an hour.” Leisure is time for doing something useful; this leisure the diligent man will obtain, but the lazy man never; for “A life of leisure and a life of laziness are two things.”

Timeless wisdom from Benjamin Franklin and fantastic observations of human behavior. Part 2 of filtered wisdom from Ben Franklin will follow.

Art of Influence: Persuasion and Compliance

We all want to influence others and get influenced. In his national bestseller book INFLUENCE: The Psychology of Persuasion Rober B. Cialdini outlines what he names “weapons of influence” and describes each compliance principle with sub principles and backs with daily examples. (Kitabın Türkçe versiyonu)

Cialdini starts with a curious question:

I wondered why it is that a request stated in a certain way will be rejected, while a request that asks for the same favor in a slightly different fashion will be successful.”

This is where lies the main theme of the book. He introduces the term “compliance professionals” for those who we encounter in our daily lives; at work, at home, in supermarket, hospital, somewhere out at public. Those who know how to get people to say YES! As Cialdini says: “Those who do, Stay and Flourish.

Prof. Cialdini relates these weapons of influence to Japanese martial art Jujitsu. The idea of Jujitsu is to defend yourself by applying minimum of energy to get maximum of momentum force on opponent. I quite liked that resemblance.

Cialdini starts forming the basis for weapons of influence by introducing some fundamental concepts of human perception.

 “Click and Whirr” aka “Fixed Action Patterns”

“Fundamental characteristic of these patterns is that the behaviors that compose them occur in virtually the same fashion and in the same order every time.” Once the appropriate tape is activated (CLICK) and out rolls the standard sequence of behaviors (WHIRR)!

“Power of Request+Reason”

“A well-known principle of human behavior says that when we ask someone to do us a favor we will be more successful if we provide a reason. People simply like to have reasons for what they do.”

Harvard social psychologist Ellen Langer demonstrated the effectiveness of this fact by asking a small favor of people waiting in line to use a library copying machine: Excuse me, I have five pages. May I use the Xerox machine because I’m in a rush?. The effectiveness of this request-plus-reason was nearly total: Ninety-four percent of those asked let her skip ahead of them in line.  Compare this success rate to the results when she made the request only: Excuse me, I have five pages. May I use the Xerox machine? Under those circumstances, only 60 percent of those asked complied. 

As it seems the only difference between two phrases is adding of words BECAUSE I’M IN A RUSH. However it is not. A third type of request Langer used still included the word BECAUSE, and then adding nothing new: Excuse me, I have five pages. May I use the Xerox machine because I have to make some copies? – doesn’t make sense right? But no, an astounding 93 percent agreed, though no new information, no legitimate excuse. This example clearly illustrates the power of Click-and-Whirr pattern and the mechanical working way of human behaviors (at times, not always!).

“Auto-responses & Stereotyped Behaviors”

We live in a demanding and extraordinarily complicated stimulus environment. Things/ideas are moving at a rapid pace and it is getting ever more difficult to deal with the burden of tasks and things daily life brings. We need shortcuts in our dealings, analysis etc. etc. For this we often resort to stereotypes, our shortcuts to classify things according to a few key features and then respond mindlessly when one or another of these trigger features is present.

“Automatic, stereotyped behavior is prevalent in much of human action, because in many cases it is the most efficient form of behaving, and in other cases it is simply necessary.”

“Contrast Principle”

“A principle in human perception that affects the way we see the difference between two things that are presented one after another. Simply put, if the second item is fairly different from the first, we will tend to see it as more different than it actually is. “

To illustrate it with an example: Presenting an expensive product first and following it with an inexpensive one will cause the inexpensive item to seem even cheaper than normal as a result, though it may not be the case in many circumstances. But is the human perception that goes vulnerable at that specific point of exposure.

Fundamental psychological principles direct human behavior and Prof. Cialdini outlines 6 major categories (weapons of influence) compliance professionals employ to produce YESes, let’s have a deeper look at them:

1) RECIPROCATION

Reciprocation rule says thats:

” We should try to repay, in kind, what another person has provided us. If a woman does us a favor, we should do her one in return: if a man sends us a birthday present, we should remember his birthday with a gift of our own…”

The virtue of Reciprocity rule is that we feel obligated to the future repayment of favors, requests, gifts etc. It creates an indebtedness inside us, a feeling that is coded by birth so hard to ignore or change. We don’t like owing to others, so we feel urged to pay it back, whatever we owe!

This rule is simply Overpowering!

“The rule possesses awesome strength, often producing a “yes” response to a request that, except for an existing feeling of indebtedness, would have surely been refused.”

 At this point pieces connected in my brain and it made sense how the famous marketing technique ‘Free Sample’  was derived:

“The beauty of free sample, however, is that it is also a gift, as such, can engage the reciprocity rule. In true jujitsu fashion, the promoter who gives free samples can release the natural indebting force inherent in a gift while innocently appearing to have only the intention to inform.”

Reciprocity rule is used by various corporations including AMWAY, famous American household products marketing company. By focusing mainly on women and forming house parties where company’s products are introduced and orders are taken, women feel obliged to attend these ‘parties’ whose close friends and neighbors attend. As they attend these tea parties, they feel obliged and indebted to write some orders of products AMWAY sell. It is a great sales tool that Avon, Amway and many other order-from-catalogue companies utilize nowadays.

The rule can Trigger Unfair Exchanges!

How? As Prof. Cialdini describes: “A small initial favor can produce a sense of obligation to agree to a substantially larger return favor.”

We encounter it all the time. First initial favors.. Seeming innocent and tiny at first… Leads to bigger concessions and favors. Again the feeling of indebtedness comes into play.

“The reality of internal discomfort and the possibility of external shame can produce a heavy psychological cost. When seen in light of this cost, it is not so puzzling that we will often give back more than we have received in the name of reciprocity.”

Rejection-then-Retreat Technique

This is a critical one and requires special attention.

“Suppose you want me to agree to a certain request. One way to increase your chances would be first to make a larger request of me, one that I will most likely turn down. Then, after I have refused, you would make the smaller request that you were really interested in all along. Provided that you have structured your requests skillfully, I should view your second request as a concession to me and should feel inclined to respond with a concession of my own.”

Prof. Cialdini argues the by-products of this technique, namely: responsibility for and satisfaction with the arrangement. He calls these ‘sweet side effects’ that moves its victims to fulfill their agreements and deep hidden obligations.

HOW to say NO to Reciprocation Rule

Cialdini suggests that; “it is essential to recognize that the requester who invokes the reciprocation rule (or any other weapon of influence) to gain our compliance is not the real opponent. The real opponent is the rule. If we are not abused by it, we must take steps to defuse its energy.”

By identifying the rule from the onset, and refusing to accept its force can be the first step in deactivating reciprocation rule’s assertiveness. Important point is to identify the primary motive of requester. If the motive is to get you comply with the request, beware! As the rule says: “Favors are to be met with favors; it does not require that tricks be met with favors.”

2) COMMITMENT AND CONSISTENCY

“Like the other weapons of influence, this one lies deep within us, directing our actions with quiet power. It is, quiet simply, our nearly obsessive desire to be (and to appear) consistent with what we have already done. Once we have made a choice or taken a stand, we will encounter personal and interpersonal pressures to behave consistently with that commitment. Those pressures will cause us to respond in ways that justify our earlier decisions.”

The desire to appear and/or be consistent in front of public or others often leads us to inferior or to unwanted choices.

The power of consistency comes from a higher virtue, and most definitely from its opposite, inconsistency.

“Inconsistency is commonly thought to be an undesirable personality trait. The person whose beliefs, words, and deeds don’t match may be seen as indecisive, confused, two-faced, or even mentally ill.”

“On the other side, a high degree of consistency is normally associated with personal and intellectual strength. It is at the heart of logic, rationality, stability and honesty.”

Sometimes we all encounter situations where consistency alone is more favored than whether the act was right or wrong itself.

Automatic (Stubborn) Consistency

As Cialdini describes: “Once we have made up our minds about an issue, stubborn consistency allows us a very appealing luxury: We really don’t have to think hard about the issue anymore. We don’t have to sift through the blizzard of information we encounter every day to identify relevant facts; we don’t have to expend the mental energy to weigh pros and cons; we don’t have to make any further tough decisions. Indeed, all we have to do when confronted with the issue is to turn on our consistency tape, whirr, and we know just what to believe, say, or do.”

On the other hand, commitment may be regarded as partner of consistency. When we take a stand, we commit to that view, and there comes consistency as a result of that stand. We want to be consistent with our commitment made.

Foot-in-the-Door Technique

This technique implies that once a small commitment is made, larger ones will be followed. As the person committing to initial small request will naturally be inclined to accept bigger successive requests just to be consistent inside with his initial commitment made. Once the foot is inside door, you can get bigger favors from other side.

3) SOCIAL PROOF

“We view a behavior as more correct in a given situation to the degree that we see others performing it.”

It is often exploited by marketers to influence consumers. We all see ads written on consumer goods, “fastest selling”, “hot sale item” and etc. It resonates inside and calls for a social proof, what most others have chosen, and persuades you to choose same.

Pluralistic Ignorance

As Robert Cialdini puts it : “In general, when we are unsure of ourselves, when the situation is unclear or ambiguous, when uncertainty reigns, we are most likely to look to and accept the actions of others as correct.”

In an ambiguous situation we look at others actions to decide what to do at this particular moment and situation. We can explain homicide of Catherine Genovese at a late night in Queens, New York City as she was killed suffering and publicly, with 38 people seen her laying and nobody tried to save or dared to approach her. People looked around, as nobody was reacting they simply went on, and Catherine was left to die slowly.

In addition to uncertainty, there is another element that leads us how we should act, similarity. We are more inclined to follow lead of a similar individual than a dissimilar one.

“We will use the actions of others to decide on proper behavior for ourselves, especially when we view those others as similar to ourselves.”

 4) LIKING

 Liking creates a halo effect difficult to describe. According to Cialdini there are few factors that can form liking between people:

  • Physical attractiveness
  • Similarity
  • Compliments
  • Contact and Cooperation

The roots for hooliganism or its milder form fanaticism of a sports team can be found in liking weapon of influence. A sports game for many are more than a game. It is a way of associating yourself with superiority and pride. A way of proving yourself to wider public, that your team won, that you won. It is equally meaningful when the contrary happens, that your team loses, it is them lost, not you anymore. This is called association principle. It says that; “If we can surround ourselves with success that we are connected with in even a superficial way, our public prestige will rise.”

What is wrong with these people?

“Deep inside them is a sense of low personal worth that directs them to seek prestige not from the generation of promotion of their own attainments, but from the generation of promotion of their associations with others of attainment.”

5) AUTHORITY

As the famous Milgram study reveals, we all have a deep-seated sense of duty (or obedience) to higher authorities. Our adrenalin levels rise seeing the police (this may vary from culture to culture), although no crime whatsoever is connected with us, or in general we feel consent or obedience to doctors, lawyers, government officials or even our elders; so deeply encoded within us that they hold concrete information in their fields that we feel a duty of consent and obedience in our contact with these people.

Obeying to authority has its pros and cons. Taking advice of teachers, parents and similar authorities may prove right as they accumulate bigger wisdom and information than us throughout their lives. By obeying we simply shortcut various bureaucracies or rules we otherwise would had to follow.

On the contrary sometimes people (or subordinates) don’t question legitimacy of authority and blindly obey their directives. Sometimes leading to catastrophic outcomes.

6) SCARCITY

“The way to love anything is to realize that it might be lost.”

                                – G.K. CHESTERTON

Scarcity principle suggests that opportunities seem more valuable to us when their availability is limited.  So there is a direct proportion between scarcity and value.  The more scarce an item, idea or thing is; the more valuable it is.

As Cialdini writes, second point scarcity principle suggests is; “people seem to be more motivated by the thought of losing something than by the thought of gaining something of equal value.

As is case with other influence tactics, scarcity is often employed by various people as a tool to agitate our psychological reactance.

 As a summary, Cialdini concludes: “Very often in making a decision about someone or something, we don’t use all the relevant available information; we use, instead, only a single, highly representative piece of the total.” And this piece often leads us to wrong choice. For that matter, it is crucial to understand and digest each of Cialdini’s compliance principles thoroughly to master the art of influence.